26 Temmuz 2014 Cumartesi

Gömlek

Gömlek ütülerken dikkat etmek lazım ütünün sıcaklığına, su seviyesine, buhar ayarına. Bunlar işin teknik kısmı. Bir de ütüleme kısmı var.

Mesela çift kat iz yapmamak gerek. Şöyle bi' bakıldığında gömleğin jilet gibi olması gerek. Üstünde kayacakmışcasına dümdüz. Sıkı sıkı sarıldığında tekrar buruşmayacak kadar jilet olmalı.

Düğme aralarının da ütülenmesi gerek. Ki girmesin araya hiçbir şey. Safları sıklaştırırcasına ütülemek gerek. Mühim bir meseledir bu. Çünkü; safta aynı hizada  durulur ki kalpler birbirinden farklı olmasın; saf dümdüz tutulur ki namaz tamam olsun; saflar düzeltilir ki araya düşmanlık girmesin.

Kollar ve yakalar.. Onlar da önemlidir. Zamanında demişlerdi ki "Gelinlik kız bakılırken ütüsüne bakılır. Özellikle yakayı nasıl ütülediğine. Ama çoğunluk ütülemez yakayı. Önemsemezler." Küçük bir kumaş parçasıdır neticede, değil mi? Bilinmez ki yaka heybet demektir. Baba da evin direğidir. Yaka da öyle bir ütülü olacak ki heybete heybet katacak. Kolların ütüsü çabuk bozulur ne kadar iyi ütülense de. Çünkü bir işe girişken önce besmele çekilir sonra kollar sıvanır yukarıya. Baba da her işin altından kalkar çocuklarının duasıyla.

En önemlisi de omuzlar..  Ne yükler taşır o omuzlar ağırlığını kimsenin bilmediği. En başta çocuklarını taşıdı, bir ömür boyu.

Böyle bir averelik işte baba gömleği ütülemek..

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Pekey


"Arkadaşlık pekey demekle kaimdir"
                        Mehmed Zahid Kotku


Ne güzel duygudur ortak olmak muhabbete. Ne güzeldir yer edinmek dost yüreğinde. Ne yeri dolmaz kişilerdir. Bir ömürlük yoldaştır onlar. "Selâm" isminin yeryüzündeki tezahürüdürler. Önce düşerler yüreğe. Sonra büyürler yavaş yavaş.

Onlarsız bi' hayat mı? Yo, yoo. Hayali dahi söz konusu değil.

Rabbim ömürlerini uzun, bereketli eylesin. Âmin.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Sıfatsız

Rabbim dahi beni ben olarak görürken siz de ki bu çaba niye?

Ben benim. Beni ilk önce ben olarak görün. Beni tanıyın! Sıfatlarımı değil.

Ben de insanım. Farkındasınız değil mi?

Enaniyet değil benimkisi. Bunalmışlık. En uç örneği geçen sene yaşadım. "Çark caddesinde yürürken yanımdan geçen iki kızın birbirini dürterek işaret edişleri" O an yerin bin kat dibine girmek istedim. Bakışlarım yere indi. Utandım. Nasıl bi kaynar su döktüler başımdan! Dondum kaldım.

Yapmayın bu işkenceyi. Birilerin evladı, kardeşi, teyzesi, torunu, o'su ve bu'suyum. Yanı senin gibi!! Ama bu benimle olan iletişiminizi etkiliyorsa durum ne kadar çirkin bir hâl alıyor. Farkında değil misiniz?

Yazık!

Çok mu zor?

Kimsenin beni tanımadığı bir yere gitmek istiyorum. Gideyim ve kendim olayım, kendim olabileyim.

4 Haziran 2014 Çarşamba

Bazen



MFÖ - Bazen

Güneş doğar güneş batar
Ama insan uyumaz bazen düşünür

Geceler kısa çabuk geçer
Ama insan uyumaz bazen düşünür
Deniz masmavidir ne güzel
Ama insanlar görmez bazen

Şiirler şarkılar masallar
Ama insanlar duymaz bazen

Üzme kendini ümitsiz gibi
Sevenin var bak ne güzel

29 Mayıs 2014 Perşembe

Gurbet; varılamaz sıla

Gurbeti sen de bilirsin değil mi ey okuyucu? Boşa değildir bu haykırışlarım, iç yangınlarım. Değil mi? Gurbetlik çekmişsindir sen de. Anlarsın halimden.

Derdimi anlayana ihtiyacım var. Bileyim ki biri daha var benim gibi. Güç alayım varlığından, tutunayım eline. Tüm duvarlarımı yıkan balyozlara inat durabileyim ayakta. Kaçışlarım olmasın. Kaçırmasınlar bizi. Çünkü onlar bana vurdukça ben gurbet içinde sılaya düşüyorum.

Dağıldım, bin parçaya bölündüm. Şehrim zaten fethedildi. Şimdi de son kalemi kaybediyorum.

Ama bi' savaş değil ki bu? Neden böyle olduk o zaman biz? Kim bu günahın sahibi? Çıkıp da "benim" demek istiyorum. Diyeyim ki bitsin bu hâl, durum, vaziyet. Artık adı ne konulursa. Dursun artık bu kavgam.

Zira benim artık gitmeye ihtiyacım var. Özlediğim o topraklar beni çağırıyor. "Gel" diyor bana. "Bana gel, tamam olalım" diyor. "Sen de ben de tamam olalım."

Gitmeliyim.

Sen de gelir misin benimle ey okuyucu? Dayayabilir miyim sırtımı sana? Şükredebilir miyim varlığına?

20 Mayıs 2014 Salı

Lazım

Duyguları içinde yaşamak var. Bi' de yazmak. Ama öyle her şey de yazılmaz her yere. İnsanın biraz da mahremi olması lazım. Kendine de kalması lazım.

Sonra dertlenmek lazım. Ki alacak çok yolumuz var daha. Vakit ne seyir vakti ne de ağaç gölgesinde dinlenme vakti. Gönülleri dertlendirmek lazım. Sürekli kendimizi kontrol etmemiz lazım.

Sonra sıla-ı rahim etmek lazım. Gurbet ellerdeyiz zira. Unutmuşuz yuva sıcaklığını, anne kucağını. Gitmek lazım.

Sonra muhabbet lazım. İki çift kelam lazım. Bir acı kahve lazım yanına. Hatıra hatır katmak için. Gerçi bizde hatır için kahve de gerekmez. Dostumuz istesin yeter.

Sonra söylemek lazım söylenecekleri. Belki de söylenmesine gerek kalmadan bir nazardan anlamak lazım.

Sonra uyku lazım. Ne demiş Neşet amca "Uyku girmez gönlüne, gönlü viran olanın." Dikkat de etmek lazım gaflet uykusuna dalmamak için.

Sonra susmak da lazım. Gönüllerin birbirini dinlemesi için. Seslerimizin yükselmesi gönüllerin seslerinin birbirine duyurmaya çalışmasındanmış. Maraz çıkmaması için de susmak lazım. Kimi zaman ikrar için. Sözü gümüş kılmak için.

Sonra titremek lazım. Titreyip kendine gelmek lazım. Uzaklaşmışız aslımızdan. Geri dönüp bakmak lazım ne halde olduğumuza, neler yaptığımıza. Yola sağlam devam etmek lazım.

Sonra hiç olmak lazım. Halk içinde Hakk ile olmak, Anda olmak, O'nda olmak, olabilmek lazım. Virdleri ihmal etmemek lazım.

Sonra..

Sonrası yok. Bundan sonrası yok.

4 Mayıs 2014 Pazar

Tembel Kul

Arkadaş dedi "Yazar olalım." Dedim "Önce adam olalım."

Büyük laf, ha?

Büyük falan değil. Olması gereken. Olması gereken olup kaçtığım.

Kaç gündür kaçıyorum bu işten bilmem. Kaçış psikolojisi mi ne diyorlarmış buna. İşte ondan. Yapılması gereken tonla iş dururken gidip en olmayacak olanı yapıyorum; yatıyorum. Bir heves girdim bu işe. Ki hala hevesliyim. Ancak başaramamaktan korkuyorum. Ne demişti Semiha Bahadır hocam " motivasyon" eksikliği var. Yani sonuca yönelik kaygıdan oluşan durum. Hala niyet öncesindeyim. Niyetlenemedim bir türlü.

Bir kongrem var dostlar. 5. Toplumu Konuşma Günü için görev aldım. Konum da oldukça eğlenceli ve ilgilendiğim bir konu; "Tarihten Bu Güne İslam Birliği Çalışmaları" Büyük bir organizasyon hem konusu hem de çalışma itibariyle. Ancak ben o kadar çabayı heba etmekten korkuyorum. Tembellik ediyorum. Çok fena bi' illet bu ismi lazım değil. İnsanın yakasına yapışıyor alacaklı misali. Kaç günüm hiç oldu gitti. Çok tebrik ediyorum kendimi, fazlasıyla.

Ey okuyucu! Dua beklerim senden. Bu acizin üzerindeki ağırlıktan kurtulması için. Ve dilerim Rabbimden senin yolun da açık ve emin olsun. Amin.

25 Nisan 2014 Cuma

Nereye bu gidiş?


Herkes der gitmelisin. Ama nereye, kime, neye?

Her yön ızdırap iken nasıl gücümü toplayıp kalkacağım ve yola koyulacağım?

Yoldaşım olacak mı? Zira kalmadı takatim. Yanımda bir ses, bir nefes gerek. Yolumu unutmamam, kaybetmemem için.

Ancak çıkaramam sesimi. Bu zamana kadar çıkmayan ses bu vakitten sonra çıkabilir mi? Hem kime çıkarabilirim ki? Her derdin bi' sahibi var. Sahipsiz dert yok. Bir de ben mi dertlendireyim? Yok yok.

Sonra o bakışlar... Kalkamam onların altından. Daha kimse bilmiyorken bile kalkamazken... Onların bildiği başka benim ki bambaşka. Bilmeleri de gerekmez gerçi.

Gidişim yok ki dönüşüm olsun. Tek yönlü bir yolculuk değil bu.

Ve elbet dönüşümüz O'na olacak. Peki varana kadar ne olacak?

23 Nisan 2014 Çarşamba

Acizlik

Bir insan nasıl inanabilir buna?

Ben desem ki "Aaa! Bak geçen o bana şunu dedi, şunu yaptı." Hemen benim dediklerime inanıp, ona göre mi tavır alırsınız? Oturup bir düşünmez misiniz? "Ben bu sözleri onun ağzına yakıştıramadım. O kelimeleri onun ağzından çıkacağını sanmıyorum. Benim tanıdığım kişi böyle demez. Arkadaşım yanlışın var. Emin misin?"

Ama yok! Biz öyle yapmayız. Çünkü biz çok akıllıyız. Her duyduğumuz lafın ardı arkasına bakmadan takılıp gideriz. Ve bu sorun da değildir. Neden sorun olsun ki? Biz herşeyin iyisini biliriz(!)

Ahh insanoğlu! Ne kadar aciziz de farkında bile değiliz..

15 Nisan 2014 Salı

Kâr

Râvi: Ebû Ümâme (r.a.)

“Sevdiğini Allah için seven, sevmediğini de Allah için sevmeyen; verdiğini Allah için veren, vermediğini de Allah için vermeyen kimse tam bir imana sahip olmuş olur.”

Kaynak: Ebû Davud, Sünnet 16, (4681)

13 Nisan 2014 Pazar

Aydınlık

Sendeledim, topalladım, süründüm, düştüm. Umutsuzluğa düştüm. Çıkar yol bulamadım. Düşündüm durdum saatlerce. Dipte hisstettim, en dipte, kuyuların dibinde; Yusuf misali. Kuyudan sesimi duyacak bir kervancı bekledim. Haykırdım, çağırdım. Sonra dua ettim, çok sonra.

"İçimi ferahlat Ya Rabbi! Işığımı gönder!"

Sonra kervancı geldi. Usulca fısıldadı: "Gecenin en karanlık olduğu an sabahın en yakın olduğu andır." En dipte olduğunu hissettiğin anın; aslında o kasvetli ve alabildiğine karanlık anların sabahına en yakın durduğu an olduğunu hatırlattı.

Ey okuyucu, söyle! Senin kervancın geldi mi?

9 Nisan 2014 Çarşamba

Biz kimiz?

   Biz kimiz?

   Anne, baba, abla, ağabey, kardeş, teyze, hala; öğrenci, memur, akademisyen, doktor, avukat, öğretmen, işçi, müdür, çiftçi, mühendis, ekonomist...

   Benim tanımım "müslüman" olacaktır. En azından ilk olmasını istediğim. İlk vasfımız olmalı. Gerisi sonradan gelmeli.

   Peki, madem biz müslümanız (elhamdülillah) o vakit kendimizden taviz vermeli miyiz? "Ama günümüzde böyle olmuyor." "Öyle davranmayınca tepki görüyoruz." "Bir anlık gafletti."

  Abi! Neyin tepkisi? Neyden bahsediyorsunuz? Hani taviz vermeyecektik! Belli çevreye mensup bireyler olarak biz bunu başaramıyorsak ne anladım ben bu işten.

"Yaz tahtaya bir daha. Tut defteri, kitabı.
Sarı çizmeli Mehmet Ağa bir gün öder hesabı" 

8 Nisan 2014 Salı

Gitmek var. Bi' de gidememek.

   Benim kuzum var. Pek sevecen, afacan, cimcime, kıskanç.

   Ben onun sanal teyzesiyim. Çünkü çoğunlukla sanal alemde konuştuk, görüştük, oyun oynadık.

   O benim; çirkin ördeğim, ilk yürüdüğünde, konuştuğunda, güldüğünde, ağladığında, doğduğunda yanında olamadığım, kokusunu doya doya içime çekemediğim, uyuyana kadar başında bekleyemediğim,  bir araya geldiğimiz zamanlarda neler yapacağımız önceden planladığım ancak o zamanın gelmediği, canı yandığında canımın daha çok yandığı, hasretini dindiremediğim, dindiremeyeceğim, sevgisinin imtihan sebebim olmasından korktuğum, çamlıca simidi yolculuğu arkadaşım, gurbetçim, yolunu gözlediğim, hayatımdaki en büyük nimetlerden biri.

   Çok severim kendisini. Özlerim de.

   Şimdi uykusunda beni sayıklarmış. Ama ben gidemem yanına. Kalırım olduğum yerde.



7 Nisan 2014 Pazartesi

Justinianus

   Rabbim kimin hayr duasını aldım, ne hayr işledim de bereketli günü yaşadım. Binlerce şükürler olsun alemlerin sahibine.

   Bu hafta sonum o kadar bereketli geçti ki! Hala etkisindeyim. Şimdi okuyacaklarınız için öncelikle bu günün şarkısı size eşlik etmeli; Ogün Şanlısoy - Saydım Kaç Gün Oldu. Şarkıyı açtıysanız başlıyoruz. Hadi buyrun..

   En baştan başlıyorum.

   Cumartesi günü koşturmaca SAÜ Kritik Analitik Düşünme Topluluğunun alt toplulukları için düzenlediği kahvaltı programı ile başladı koşturmaca. Ardından izcilik, kamp toplantısı. Daha sonra "Bir kahvenin kırk yıl hatırı var imiş. Bir kahve içelim diyerek "Kuru Kahveci"ye gittik. Arkadaşlar ile tatlı bir tartışma ortamı oldu. İyisini, kötüsünü, eğrisini, düzünü konuştuk, durduk, sustuk, dinledik, tartıştık, dertleştik.

   İhtiyaç var imiş böyle konuşmalara. Kendimi o an Necip Fazıl amcanın "Püf Noktası"nda hissettim. Kitabı kapattığımda hissettiğim duyguyu orada tekrar yaşadım. Recep'in kıraathanedeki insan tasvirleri canlandı. Kelimeler, cümleler, uzun duraklar havada uçuştu.

 
   Pazar günü de arkadaşıma hediye gelen kumaştan harmani model ferace gibi bir şey dikmek için halk eğitim merkezine gittik. Bize dikişin bir kaç püf noktasını gösterdi hoca. Kumaşın kesimini yaptı. Sonra biz diktik, biçtik.

   Anladım ki annelerimiz ev ekonomisine nasıl da destek veriyormuş. Ne uğraşıyor ki dikmekle diye tenkit etmekten fark edememişim. Gereksiz, tesettüre  aykırı kıyafetlere verdiğimiz tonlarca paralara acıdık. O paralar ile neler neler yapılabilir. İsraf yapmaktan Allah'a sığınırım.



   Daha sonra Aybüke'nin uzun zamandır gitmek istediği bir yer vardı Sakarya'da; Justinianus Köprüsü. "Gün batımını izlemeye gidelim mi?" dedi ve düştük yollara. Elimizdeki telefonda açtık telefonun mavi çizginin dışına çıkmadan, yoldan yürüdük. Yürüdükte yürüdük. Bahtımıza hava da çok güzeldi. Bahar havası ağaçlara, havaya, rüzgara hakimdi.  







   Mahallede çok hoş eski evler vardı. Evlerden birini çekerken yan bahçeden bir amca çıktı "Kızlar ne yapıyorsunuz?" deyince ne diyeceğimizi şaşırdık. "Şey, ev çok hoştu. Fotoğrafını çekelim dedik" diye bir şeyler söylemeye çalıştık. "Durun size bir şey göstereceğim" dedi. İçeriden bir anahtar getirdi. Kulübenin kapısının asma kilidini açarken nereli olduğumuzu, ne yaptığımızı, adımızı falan sordu. Kapıyı bir açtı ki içerisi nasıl bir tarih hazinesi. Neler neler vardı. Bebek arabası, Osmanlıdan kalma kahve kavurma cezvesi, dibekler, ağırlık ölçüleri, duvar terazileri, asma kilitler, gümüş saplı at kırbacı, gramofon, soba, tüfekler... 20 senedir yapıyormuş bu işi ama topladığı eşyaları satmıyor. Eşi eşyaları evde istemediği için evinin yanına kulübeyi yapmış. O kulübeyi de 17 Ağustos depreminden sonra enkazların altından çıkan 150 senelik kaldırım taşları ile yapmış.İki çocuğu varmış antikacı amcanın. Her bir çocuğu için Türkiye Cumhuriyetinde şimdiye kadar basılmış paraların koleksiyonunu yapıyormuş. Ancak çocukları kıymet bilmiyormuş. Çocuklarının bu hazinenin kıymetini bilemediğinden dert yandı. Kahve kavurma cezvesinin hikayesini anlattı o, biz dinledik. Daha sonra hayır duasını aldık, yola devam ettik.




   Son durağa vardık; Justinianus Köprüsü. Eskiden altından Sakarya Nehrinin aktığı, on iki kemer gözlü, yaklaşık 1500 yaşında, daha biz burada yokken burada olan. Yerli halkın akşam serinliğinde yürümeye geldiği köprüde fotoğraf çekinirken yoldan bisikleti ile geçen İsmail Amca "Kızlar ikinizin fotoğrafınızı çekeyim mi?" dedi. İlk önce garipsedik, sonra kabul ettik. Bir kaç pozdan sonra Bulgaristan göçmeni olan İsmail Amca ile sohbete başladık. Nereli olduğumuzu, ne yaptığımızı, adımızı sordu antikacı amca gibi. Daha sonra "Sizce bu devletin hali ne olacak?" dedi. Kendimizce cevaplar verdik. Kendi hayat hikayesini anlattı. 89' senesinde gelmişler. Depremde her şeylerini kaybetmişler. Zor imkanlarda çocuklarını okutmuş. Maltepe mahallesinde baraka bir evde yaşıyormuş. Şairmiş. Bir kaç özel ve yerel televizyon kanallarına çıkmış. Teknolojiyi oldukça iyi kullanıyor. Bir hayali varmış bi' de; gençler ile röportaj yapıp daha sonra belgesel haline getirmek. "Şu an bunun değeri anlaşılmayacak. Ancak bir kaç sene sonra daha iyi anlaşılacak" diye de ekledi. Yola doğru devam ederken sohbete devam ettik. Daha sonra kamerasını çıkardı. Bizimle röportaj yaptı köprü manzarası eşliğinde. Şu an devletin durumunu nasıl gördüğümüzü, dünyanın kimin elinde olduğunu, on sene sonra adalet bakanı olursak eğer nasıl olacağımızı sordu. "Yanınızda lap top olsaydı size de verirdim videoyu." dedi. Rektör amca ile görüşüp üniversitede de çekmek istiyormuş röportajları.

   Hayat enerjisini yitirmemiş İsmail amcadan çok şey öğrendim bu gün. Çok şey öğretti. Şükretmeyi öğretti en başta. Çok şükür hala dünyada böyle insanlar var. Rabbim ömürlerini uzun, bereketli eylesin. Amin.



4 Nisan 2014 Cuma

Selam İstanbul

Selam hocam, efendim, liderim, önderim, kokusunu üsküdardan aldığım. Özledim seni. Geleceğim bir gün ziyaretine, duanı almaya, dertleşmeye, bekçi amcanın çayını içmeye.

Selam Topkapı, Ayasofya, Sultahahmed, Fatih, Eyüp Sultan, Süleymaniye, Şehzadebaşı, İskenderpaşa, Mihrimah Sultan, Selmanağa, Valide Sultan. Selam Selimler, Muradlar, Fatihler.

Selam deniz, balıklar, kayalıklar, kayıklar, yağmur, gece, kağıt helvacı amca. Midye temzileyen amca, seni göremedim. Sana da selam olsun. Şimdi evinde çocuklarınla çay ile koyu bir sohbetdesindir. Soba yanıyordur belki bi' köşede. Evin küçük çocuğu ödevini yapıyordur belki de. Şimdi ben de eve gider çayı demlerim. Belki bizde de olur bi' sohbet. Annemin dizine yatar hasret gideririm.

Selam İstanbul. Hoş buldum, sefalar buldum, seni buldum.