7 Nisan 2014 Pazartesi

Justinianus

   Rabbim kimin hayr duasını aldım, ne hayr işledim de bereketli günü yaşadım. Binlerce şükürler olsun alemlerin sahibine.

   Bu hafta sonum o kadar bereketli geçti ki! Hala etkisindeyim. Şimdi okuyacaklarınız için öncelikle bu günün şarkısı size eşlik etmeli; Ogün Şanlısoy - Saydım Kaç Gün Oldu. Şarkıyı açtıysanız başlıyoruz. Hadi buyrun..

   En baştan başlıyorum.

   Cumartesi günü koşturmaca SAÜ Kritik Analitik Düşünme Topluluğunun alt toplulukları için düzenlediği kahvaltı programı ile başladı koşturmaca. Ardından izcilik, kamp toplantısı. Daha sonra "Bir kahvenin kırk yıl hatırı var imiş. Bir kahve içelim diyerek "Kuru Kahveci"ye gittik. Arkadaşlar ile tatlı bir tartışma ortamı oldu. İyisini, kötüsünü, eğrisini, düzünü konuştuk, durduk, sustuk, dinledik, tartıştık, dertleştik.

   İhtiyaç var imiş böyle konuşmalara. Kendimi o an Necip Fazıl amcanın "Püf Noktası"nda hissettim. Kitabı kapattığımda hissettiğim duyguyu orada tekrar yaşadım. Recep'in kıraathanedeki insan tasvirleri canlandı. Kelimeler, cümleler, uzun duraklar havada uçuştu.

 
   Pazar günü de arkadaşıma hediye gelen kumaştan harmani model ferace gibi bir şey dikmek için halk eğitim merkezine gittik. Bize dikişin bir kaç püf noktasını gösterdi hoca. Kumaşın kesimini yaptı. Sonra biz diktik, biçtik.

   Anladım ki annelerimiz ev ekonomisine nasıl da destek veriyormuş. Ne uğraşıyor ki dikmekle diye tenkit etmekten fark edememişim. Gereksiz, tesettüre  aykırı kıyafetlere verdiğimiz tonlarca paralara acıdık. O paralar ile neler neler yapılabilir. İsraf yapmaktan Allah'a sığınırım.



   Daha sonra Aybüke'nin uzun zamandır gitmek istediği bir yer vardı Sakarya'da; Justinianus Köprüsü. "Gün batımını izlemeye gidelim mi?" dedi ve düştük yollara. Elimizdeki telefonda açtık telefonun mavi çizginin dışına çıkmadan, yoldan yürüdük. Yürüdükte yürüdük. Bahtımıza hava da çok güzeldi. Bahar havası ağaçlara, havaya, rüzgara hakimdi.  







   Mahallede çok hoş eski evler vardı. Evlerden birini çekerken yan bahçeden bir amca çıktı "Kızlar ne yapıyorsunuz?" deyince ne diyeceğimizi şaşırdık. "Şey, ev çok hoştu. Fotoğrafını çekelim dedik" diye bir şeyler söylemeye çalıştık. "Durun size bir şey göstereceğim" dedi. İçeriden bir anahtar getirdi. Kulübenin kapısının asma kilidini açarken nereli olduğumuzu, ne yaptığımızı, adımızı falan sordu. Kapıyı bir açtı ki içerisi nasıl bir tarih hazinesi. Neler neler vardı. Bebek arabası, Osmanlıdan kalma kahve kavurma cezvesi, dibekler, ağırlık ölçüleri, duvar terazileri, asma kilitler, gümüş saplı at kırbacı, gramofon, soba, tüfekler... 20 senedir yapıyormuş bu işi ama topladığı eşyaları satmıyor. Eşi eşyaları evde istemediği için evinin yanına kulübeyi yapmış. O kulübeyi de 17 Ağustos depreminden sonra enkazların altından çıkan 150 senelik kaldırım taşları ile yapmış.İki çocuğu varmış antikacı amcanın. Her bir çocuğu için Türkiye Cumhuriyetinde şimdiye kadar basılmış paraların koleksiyonunu yapıyormuş. Ancak çocukları kıymet bilmiyormuş. Çocuklarının bu hazinenin kıymetini bilemediğinden dert yandı. Kahve kavurma cezvesinin hikayesini anlattı o, biz dinledik. Daha sonra hayır duasını aldık, yola devam ettik.




   Son durağa vardık; Justinianus Köprüsü. Eskiden altından Sakarya Nehrinin aktığı, on iki kemer gözlü, yaklaşık 1500 yaşında, daha biz burada yokken burada olan. Yerli halkın akşam serinliğinde yürümeye geldiği köprüde fotoğraf çekinirken yoldan bisikleti ile geçen İsmail Amca "Kızlar ikinizin fotoğrafınızı çekeyim mi?" dedi. İlk önce garipsedik, sonra kabul ettik. Bir kaç pozdan sonra Bulgaristan göçmeni olan İsmail Amca ile sohbete başladık. Nereli olduğumuzu, ne yaptığımızı, adımızı sordu antikacı amca gibi. Daha sonra "Sizce bu devletin hali ne olacak?" dedi. Kendimizce cevaplar verdik. Kendi hayat hikayesini anlattı. 89' senesinde gelmişler. Depremde her şeylerini kaybetmişler. Zor imkanlarda çocuklarını okutmuş. Maltepe mahallesinde baraka bir evde yaşıyormuş. Şairmiş. Bir kaç özel ve yerel televizyon kanallarına çıkmış. Teknolojiyi oldukça iyi kullanıyor. Bir hayali varmış bi' de; gençler ile röportaj yapıp daha sonra belgesel haline getirmek. "Şu an bunun değeri anlaşılmayacak. Ancak bir kaç sene sonra daha iyi anlaşılacak" diye de ekledi. Yola doğru devam ederken sohbete devam ettik. Daha sonra kamerasını çıkardı. Bizimle röportaj yaptı köprü manzarası eşliğinde. Şu an devletin durumunu nasıl gördüğümüzü, dünyanın kimin elinde olduğunu, on sene sonra adalet bakanı olursak eğer nasıl olacağımızı sordu. "Yanınızda lap top olsaydı size de verirdim videoyu." dedi. Rektör amca ile görüşüp üniversitede de çekmek istiyormuş röportajları.

   Hayat enerjisini yitirmemiş İsmail amcadan çok şey öğrendim bu gün. Çok şey öğretti. Şükretmeyi öğretti en başta. Çok şükür hala dünyada böyle insanlar var. Rabbim ömürlerini uzun, bereketli eylesin. Amin.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder